Katar’ı, böyle büyük bir organizasyonu başarıyla tamamladığı için kutlamak gerekiyor. Beş ildeki dev statlarda yapılan maçlardan sonra bu tesisler ne olacak?
Bir aydır Katar’da devam eden 22. Dünya Kupası, pazar günü yapılan muhteşem final maçıyla sahibini buldu.
20 Kasım’dan beri evlerde konuşulan konuların başında, üç kelimenin ilk harfleriyle oluşan FES’ti diyebiliriz. FES de nereden çıktı derseniz açıklayayım:
Enflasyonun tetikçisi olarak üç harfli marketler gösteriliyor ya, ben de gündeme uymak için meramımı üç harflilerle anlatmak istedim. FES’i tarikatla, cemaatle ilişkilendirmeyin hemen!
FES; futbol, ekonomi ve siyasetin ilk harfleriyle yapılmış bir kısaltmadır. Neden SEF, ESF, FSE değil de FES deyip, ortalığı karıştırmak için niyet okuyuculuğu yapmaya kalkarsanız ben de şöyle cevap veririm sorunuza:
Kısaltmaların akılda kalabilmesi ve dikkat çekmesi için çarpıcı, yeni bir kelime oluşturma amacı güdülür. Ben de öyle yaptım.
Gelelim Dünya Kupası maçlarına. 22. Dünya Kupası, ilk maçtan final maçına kadar tam bir düş kırıklığı resitali gibiydi. Favori gösterilen kimi takımlar, daha ilk dönemeçte turnuvaya veda ettiler. Kimi takımlar da maç içerisinde elenme ve tur atlama duygusunu bir arada, hem de defalarca yaşadılar. Kimi, şampiyon olacak takımı yendikleri hâlde elenirken kimi de defalarca şampiyon oldukları hâlde gruplarından bile çıkamadan, büyük bir hüsranla ülkelerine döndüler.
Yarı finalde gözler futbolun devleri olan Brezilya’yı, Almanya’yı, İngiltere’yi, İspanya’yı, Portekiz’i arıyordu ama onlar ortalıkta yoktu. Erkenden tası tarağı toplamış, sırra kadem basmışlardı. Meydan, Arjantin’le Fransa’ya kalmıştı.
Final maçında Arjantin, Fransa karşısında son 10 dakikaya 2-0 önde girince nasıl olsa maçı kazandım derken 80. dakikada bir mucize oldu. Bir başka üç harfliler devreye girdi sanki ve bütün dünyanın izlediği bir final maçı böyle sönük geçer mi, diyerek kazanın altına bir iki odun atıp ateşi harladı. Fransa’dan iki dakika içerisinde arka arkaya gelen iki golle durum eşitlenince heyecan doruğa çıktı ve maç uzatmaya gitti.
Uzatmada Arjantin yine öne geçti ama Fransa’nın teslim olma niyeti yoktu. Stadyumda maçı izleyen Cumhurbaşkanları Macron’u bir gol daha atarak çocuklar gibi sevindirdiler. Bizim Cumhurbaşkanımız da orada, “Bana ne sizin sevincinizden, bizim takım olmadıktan sonra!” der gibi tepkisiz ve derin düşüncelere dalmış oturuyordu.
Kalan sürede her iki takımın da akıl almaz goller kaçırmasından sonra iş penaltılara kaldı. Penaltılar sonucu Arjantin zafere ulaştı.
Dünya Kupası’na katılamamış olsak da bizim için teselli ikramiyesi olacak, övünecek temsilcilerimiz vardı. Süper ligde tuttuğumuz takımın oyuncusunu ekranda gördüğümüzde heyecanlanıyor ve onun kazanmasını istiyorduk. Fenerli Valencia’yla Ekvadorlu, Galatasaraylı Muslera’yla Uruguaylı, Beşiktaşlı Atiba’yla Kanadalı oluyorduk.
Dünya Kupası’nda futbol takımımız yoktu ama Katar bizden sorulurdu. Üç bini aşkın polisimizle stadyumların çevresinde kuş uçurtmuyorduk. Gerçi nasıl olduysa Portekiz-Uruguay maçının 51. dakikasında bir kişi, LGBTİ’nin gökkuşağı renkli bayrağıyla sahaya dalıverdi. Maçı yayınlayan kameramanların şaşkınlığıyla üç beş saniyelik bu görüntüleri bütün dünya izledi.
Katar gibi şeriatla yönetilen bir krallıkta böyle bir gösteri yapılabilmesine ve bu görüntülerin de bize hem de TRT tarafından izlettiriliyor olmasına şaştık kaldık. Bunun dışında, kayda değer bir olay duymadığımız için polisimiz görevini başarıyla tamamladı diyebiliriz.
Futbolcular açısından değerlendirecek olursak, Messi mi Ronaldo mu tartışması da sonuçlanmış oldu. Ronaldo yarı finali dahi göremeden gözyaşlarıyla sahayı terk ederken Messi’nin kupayı kaldıran görüntüsü belleklere kazındı.
Bu turnuvada Messi, en popüler futbolcu gibi olsa da hemen arkasından gelen gol kralı Mbappe’nin nefesini de ensesinde hissetmiştir. Mbappe’nin önünde uzun yıllar varken Messi’yi bir dahaki Dünya Kupası’nda görmemiz pek olası görülmüyor. Mbappe, gol krallığının (8 gol) yanı sıra finalde hat-trick (üç gol) yaparak futbol tarihine geçmiş oldu.
Hakemlere gelince… Ülkemizde doksan dakikalık maçlar, kesintisiz olarak altmış dakika ancak oynanıyordur. Hakemlerin olur olmaz çalan düdükleriyle, yatıp kalkmayan futbolcularıyla, topu geç veren top toplayıcılarıyla, oyuncunun oyundan çıkmak için ağır hareketleriyle, kalecilerin kullandığı her atışta erittiği saniyelerle seyir zevki düştükçe düşüyor. Katar’da ise hakemler maçta kendilerini zaman zaman unutturuyorlardı. Düdük sesi duymadan, kıran kırana bir maçın oynanmasına izin veriliyordu. Futbolcular da birbirlerine kasıtlı olarak faul yapmıyorlar ama iyi mücadele ediyorlardı. Sıkı bir var sistemi ile hakem hataları neredeyse sıfırlanıyordu. Elli yedi kamera görüntüleriyle var odasının gözünden hiçbir şey kaçmıyor, mazlumun ahı alınmıyor, futbolda adalet yerini buluyordu.
Türk halkı olarak dünya futbolunun geldiği noktayı da görmüş olduk. Kendi ligimizde oynanan futbol, bundan sonra bizi tatmin edecek mi dersiniz? 120 dakikalık maçların son dakikasında bile depar atan, rakibiyle korakor mücadele eden futbolcuların performansına hayran olduk.
Katar’ı, böyle büyük bir organizasyonu başarıyla tamamladığı için kutlamak gerekiyor. Beş ildeki dev statlarda yapılan maçlardan sonra bu tesisler ne olacak?
Bütün Katarlılar yerleştirilse bile doldurulamayacak statların yapımına harcanan paraları düşünemiyorum bile. İhtiyaç fazlası bu yerlerin nasıl değerlendirileceği de merak ediliyor.